Kadıköy’de Bir Cumartesi Sabahı: Henüz Uyanmamış Şehrin İçinde
Şehrin sokakları hâlâ uykuda. Camların ardında solgun bir ışık, kaldırımlarda geceyle sabahın arası bir sessizlik. Henüz kimse yok; ama bir şeyler olacak gibi. Havanın içinde bekleyen bir başlangıç duygusu var. Belki birkaç saat sonra insanlar, vapurları kaçırmamak için koşacak, kahve kokusu kaldırımlara karışacak. Ama şimdi, yalnızca sessizlik konuşuyor.
Rüzgâr, yaprakları usulca sürüklüyor. Henüz fırınlar kapalı; tahinli çörek kokusu sokaklara düşmemiş. Boğa Heykeli’nin çevresi boş, Bahariye’nin camlarında biriken buğu bile yok. Her şey bir hazırlık gibi… Kadıköy, derin bir nefesin içinde toplanmış, uyanmayı bekliyor.
Ben yürürken, kaldırımların taşlarında sabahın ilk titreşimini hissediyorum. Şehrin damarlarında dolaşan o görünmez yaşam akışı sanki yavaş yavaş hızlanıyor. Bir kafenin önünden geçiyorum; kapısı kapalı ama içimde kahve kokusu beliriyor — sanki biri içeride demlemeye başlamış gibi. O kokunun ardında bir sıcaklık, bir vaat var.
Bir film afişi düşüyor aklıma; belki az sonra sokak lambalarının altındaki panoda göreceğim. Tiyatro sezonu açılmıştır kim bilir, sahneler yeni hikâyelere hazırlanıyordur. Kadıköy’ün duvarları, her sonbaharda olduğu gibi, afişlerle yeniden nefes alacaktır.
Sahile inince deniz, griyle mavi arasında salınıyor. Haydarpaşa’nın silueti sisin ardından belirdiğinde, zamanın bir süreliğine durduğunu hissediyorum. Martıların kanat sesleri, uzaklardan gelen vapur düdüğüyle birleşiyor. Bir çift, el ele yürüyüp geçiyor önümden; aralarındaki sıcaklık, havayı yumuşatıyor.
O an anlıyorum — şehir uyanmadan önceki bu kısa anlar, bir insanın kendine en yakın olduğu zamanlardır. Her şeyin mümkün olduğu, hiçbir şeyin henüz başlamadığı bir aralık… Kadıköy’ün uyanışını beklerken, ben de kendi günümü kuruyorum.
Belki fark etmeden, içimden bir hikâye başlatıyorum.
Yorum Yazın