Türkiye’de aile denince hâlâ akla ataerkil düzen gelir. Büyüklerin sözü geçer, evin reisi vardır ve bu düzen kuşaklar boyunca değişmeden sürer gibi görünür. Oysa zaman, insanı ve toplumu dönüştürüyor. Geleneklerin koruduğu yanlar olsa da, bu yapı bazen çocukların kişilik gelişimini farkında olmadan gölgelemeye başlıyor.
Bir anne düşünün; evin yükünü çekmiş, hayatında başaramadıklarını çocukları üzerinden tamamlamak istiyor. Hangi okula gideceklerine, hangi mesleği seçeceklerine, kiminle evleneceklerine kadar karar verme hakkını kendinde buluyor. “Ben bilirim” diyerek, aslında kendi içindeki eksikliği çocuklarının hayatına giydiriyor. Aynı şey babalar için de geçerli. Kimi baba, oğlunu veliaht gibi görür; işini devredeceği kişi odur. Çocuğun kendi yolunu çizmesine izin vermez, çünkü toplumun ne diyeceğini, komşunun ne konuşacağını düşünür. Böylece aile içindeki dar pencere, bir çocuğun tüm ufkunu kapatır.
Ama mesele yalnızca anne-babayla bitmiyor. Devreye büyükanneler, büyükbabalar giriyor. Torun büyürken “Ben büyüttüm” deme arzusu, onların da hayatına müdahale etme hakkı gibi algılanıyor. Çocuk, anne ya da babasına değil, ninesine “anne” diyebiliyor. Bu durum gururla anlatılsa da aslında rol çalmanın başka bir biçimidir. Çünkü anne-babanın alanı daraltılırken, çocuğun kimlik algısı da bulanıklaşır.
Bu noktada unutulan gerçek şudur: Çocuk ya da torun, kimsenin malı değildir. Aile büyükleri, koruma içgüdüsüyle hareket etse de, özgürlük alanını işgal eder. Eğitimli ya da eğitimsiz, okumamış ya da çok okumuş fark etmez; eğer aile bireyleri çocuklara güvenmiyor ve onların bağımsızlığını tanımıyorsa, rol çalma devam ediyor demektir.
Modern toplumlarda çocukların öğrenme yaşı üçle beş arasına kayıyor. Dil öğrenen, keşfeden, sorgulayan bir nesil bu yaşlarda şekilleniyor. Bizde ise hâlâ “çocuk küçüktür, anlamaz” düşüncesi yaygın. Oysa bilimin ve teknolojinin gösterdiği gerçek tam tersi: Çocuk küçük yaşta en hızlı öğrenir, kendi yolunu o yaşta çizmeye başlar.
Rol çalmayan aileler de var elbette. Çocuğunu gözlemleyen, dinleyen, rehberlik eden ama onun yerine karar vermeyen aileler. Onlar okuyan, araştıran, çağın bilgisini takip eden insanlardan çıkıyor. İşte toplumu ileriye taşıyanlar da bu ailelerdir.
Sonuçta mesele şuna dayanıyor: Aile, koruyan değil yönlendiren; şekil veren değil yol gösteren olmalı. Çocuklarımızı ve torunlarımızı “bizim malımız” değil, özgür bireyler olarak görmeyi öğrendiğimiz gün, aile içindeki rol çalma sona erecek. Çünkü hiçbir insan, en yakını dahi olsa, başkasının hayatını yaşamayı hak etmiyor.
Yorum Yazın