Melanie Klein’in Haset ve Şükran kitabı, psikolojiyi bir hobi olarak okumaya başladığım dönemde beni benden alan bir eser olmuştu. Bugün dönüp baktığımda, haset ve şükran bana, doyumun ardına koyduğumuz iki seçenek gibi görünüyor. İkisi de ruhumuzun en karanlık köşelerinden doğuyor. Annemizden bize miras kalan açlık ve güven deneyimleri, bu iki duygunun tohumlarını taşıyor.
Şükranın Işığı
İnsan yavrusu doyduğunu hissettiği anda, zihnin gizli bir bölümünde yeniden acıkacağı anı düşlemeye başlar. O anda beynin kimyası içine sinsice bir kaygı bırakır. İşte bu kaygıyla birlikte “umut” ve “karamsarlık” ruhumuzda bir savaş başlatır.
Umudun kazandığı ruhlarda, çehreyi sonsuz bir ışık sarar ve şükran sahneye çıkar. Şükran, güven çiçeklerini yeşerten toprağımızdır. Bize huzurun kapısını açar; kimi zaman bir yaz bahçesinin serinliği, kimi zaman Adem ile Havva’nın cennetindeki güven duygusu gibi bir iklim yaratır. Böyle bir ruh haliyle insan üretir, enerjisini mutluluk getirecek şeylere yöneltir ve karşılığında güzellikler elde eder.
Hasetin Gölgesi
Peki ya haset canavarı galip gelirse? Ruh bir tehlikenin içine çekilir. Sevilen, doyumun kaynağı olan kişi, artık doyumu bizden çalmış ya da çalacak gibidir. Bu yanılsama öyle güçlüdür ki, tüm varlığımız onun dileğine bağlıymış gibi hissederiz. Umut kalmaz, doyum başkasına yönelir ve biz açlık, yalnızlık, tekinsizlik içinde kıvranırız.
İşte bu noktada haset, en saldırgan ve yıkıcı haliyle ortaya çıkar. Sevdiğimiz kişiye bağımızı tehdit eden şey, bizzat o bağın kendisi olur. Çünkü kendi içinde zerre kadar değer hissi bulamayan kişi, sizin varlığınızı tehdit gibi yaşar. Siz geri çekildiğinizde, kendi değersizliğiyle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Bu yüzden sizi kendi senaryosuna çekmeye çalışır, ayrılık ve yoklukla tehdit eder.
Bunu çocuklarda da görürüz: karanlıktaki hayali canavara, canavar gibi sesler çıkararak koşar ve ona benzemeye çalışırlar. Bu, saldırganla özdeşleşmedir. Aynı şekilde, değersizlikten korkan ruh da sizi kendi karanlığına çekmeye yeltenir.
İlişkilerin Tuzakları
İnsanlar çoğu zaman, olduklarından farklı görünmeye çalışırken en çok enerjilerini tüketirler. Kendilerini değersiz hissedenler, başkalarının değerini çalarak ayakta kalmaya çalışır. Yukarıdan bakan, mağrur tavırlı, yanına birkaç destekçi alarak “yıkılmaz kule” kuranların aslında dayanağı yoktur. Onların amacı, sizin özsaygınızı sizden alıp sizi kendi seviyelerine çekmektir.
Oysa biz, değeri kendi özümüzde taşıyoruz. Onaylanma uğruna kendimizi değersiz insanların köleliğine bırakmak, geçmişten kalan travmaların esiri olmaktır. Oysa her birimiz bir kar tanesi kadar eşsiziz. Ne ispatlamaya, ne seçilmeye ihtiyacımız var.
Sonuç
Haset ve şükran aynı kaynaktan çıkan iki nehirdir. Haset, karamsarlığın çılgınlığıyla güzellikleri yıkar, geride ölü tarlalar bırakır. Şükran ise umudun dinginliğiyle akar, hayatı besler, meyveler, kuşlar, çiçekler getirir.
Hayat, şükranı seçenlere ve değerini başkasında değil, kendi özünde yeşertenlere verilmiş bir armağandır. Onlar güzellikleri paylaşır, karşılık beklemeden verirler.
Ne mutlu onlara!
Doyum, şükran ve umutla…
Güven Albayrak
Yorum Yazın