Mahalle kültüründe futbol, yalnızca sahada oynanan bir oyun değil; dostlukların, hicivlerin, tatlı sert atışmaların dilidir. Bizim mahallede de bu geleneğin en neşeli taşıyıcılarından biri Sarıyer Börekçisi Hakan Uzun’dur. Hakan, benim Galatasaraylı olduğumu bilir, ne zaman karşılaşsak lafını esirgemez:
“Bahçemi çok seviyorum, kanaryam öter ben de mutlulukla dinlerim,” der.
Ben de geri kalmam; hazırlıklı giderim:
“Sen bahçende kuş sesi dinle, bizim mabette tarih yazılır,” diye karşılık veririm.
İşte böyle, neşeyle, ama ölçüyü aşmadan süren muhabbetler...
Hakan Uzun, eskileri anlattığında gözleri parlar. İzmir Atatürk Stadı’ndaki Fenerbahçe–Trabzonspor maçını bütün ayrıntılarıyla, kadrosundan gol dakikalarına kadar hiç unutmamış. Hele 2004-2005 sezonundaki o meşhur Fenerbahçe–Galatasaray maçını... Tribünlerin en üstünden sevinçle aşağıya nasıl indiğini hatırlamadığını gülerek anlatır. O günkü coşku hâlâ sesinde yaşar.
Mahalle maçlarında da aynı rekabet yaşanırdı: Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzon… Gazozuna oynanan maçların tadı, bugünün parıltılı ama gerilimli futbolundan çok daha başkaydı.
Hakan Uzun’un söylediği bir şey içime dokundu:
“Ben hiçbir zaman barbar taraftar olmadım. Hiciv ettim ama asla saygısız olmadım. Maç biter, yine dost olurduk. Futbolun güzelliği buydu.”
Gerçekten de, eskiden tribünler yarı yarıya dolardı. Rakip taraftar yan yana oturur, tezahürat yapar, sonunda yine aynı dolmuşla evine dönerdi. Mesela bir Galatasaray–Beşiktaş maçında sarı-kırmızı kartonlarla koreografi hazırlanırken, Beşiktaşlı taraftarların ansızın açtığı gazeteler tüm spor sayfalarına haber olmuştu. Hiciv vardı, zekâ vardı, ama kin yoktu.
Benim unutamadığım anımsa çocukluğuma ait: 12 yaşımda, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 1-0 yendiği maçta Şevki’nin attığı gole kahrolup ağlayarak eve dönmüştüm. Yine de en derin iz bırakan karşılaşma, Neuchâtel Xamax’ı Ali Sami Yen’de 5-0 mağlup ettiğimiz unutulmaz gecedir. O sevinci tarif etmek hâlâ mümkün değil.
Erkeklerin iki bitmeyen hikâyesi vardır: askerlik ve futbol. Futbol anıları, dostluklarla birleştiğinde hayatın en güzel renklerinden birine dönüşür. Bugün Hakan Uzun’la yaptığımız sohbet bana bir kez daha gösterdi ki, futbol sadece skor değildir. Bir oyundan çok, bir kültürdür.
Oysa günümüzde tribünler ayrılmış, dostlukların yerini ithamlar almış durumda. Yöneticilerin dilinde bile sevgi ve saygı yerine öfke ve suçlama var. Oysa biz geçmişte Özhan Canaydın’ın 6-0’lık ağır yenilginin ardından rakip başkanın elini sıkarak tebrik edişini gördük. Futbolun büyüklüğü tam da buradadır.
Bugünden beklentimiz çok büyük değil: Futbol, yeniden dostluğun, hicvin, neşenin sahası olsun. Rakibin yenildiğinde başını okşayacak, kazandığında da hakkını teslim edecek bir oyun olsun. Bizim çocukluğumuzda olduğu gibi, tribünlerin coşkusu kavga değil, kardeşlik doğursun.
Dostluğun Tribününde
(Güven Albayrak’tan Sarıyer Börekçisi Hakan Uzun’a)
Bahçende kanarya ötse de ne fayda,
Mabetten tarih yazılır bu meydanda.
Sarı kırmızıyla yanarız her anda,
Senin sevdan sarı-lacivert meydanı.
Hakan Uzun der ki: “Fener aşkım biter mi?”
Ben söylerim: “Aslan yürekte tüter mi?”
Atışırız tatlı dille, yeter mi?
Dostluk kazanır, gerisi eser gider.
Ne küslük kalır, ne öfke, ne kin,
Gazozuna maçlar dostluğu besler.
Bizim muhabbetler ezelden beridir,
Maç biter de, kardeşlik sürer.
Yorum Yazın