Güven Albayrak – Pazar Yazısı / Edebiyat Magazin
Günün henüz sararmamış sabahlarında, kuşlar değil de sessizlik uyanıyor artık. Temmuz’un sonuna yaklaşırken yazın baş döndüren coşkusu çekilmiş, geriye sadece zamanın ağırbaşlı adımları kalmış gibi. Doğanın ritmi yavaşlıyor; rüzgâr, daha az şeyi anlatıyor; ışık, gölgesine daha çok şey bırakıyor. Bu durulmuşluk hâli, insanın iç sesine alan açıyor. İşte bu anlarda, melankoli sessiz bir dost gibi yaklaşıyor yanı başımıza — ne tam acı, ne de tam neşe. Sadece derin.
Melankoli, çoğu zaman yanlış anlaşılır: Bir eksiklik, bir kırıklık sanılır. Oysa bu duygu hâli, geçmişle gelecek arasında asılı kalmış anların zarifliğidir. Gün ışığının eğildiği bir masa, çiçeklerini döken bir sardunya ya da çocukken izlediğimiz bir yaz yağmurunun buğulu anısıdır bazen. Estetik olan, işte bu belirsizlikte yatar. Tam da adını koyamadığımız duygularda.
Sabahın erken saatlerinde pencereden içeri süzülen sis, bir hatıranın ayak sesidir kimi zaman. Ve balkonda boş kalan bir sandalye, artık konuşmayan bir sesin yerine geçer. Melankoli, bu imgelerde saklıdır. Sessizlikte çoğalan bir anlamdır. Yalnızlıkla barışmış, kendi derinliğinde yürüyen bir şiirdir adeta.
Temmuz’un bitimiyle gelen bu içe dönüş, bir çağrıdır. Dışarının sükûneti, içerinin yankılarını daha duyulur kılar. Belki de bu yüzden en güçlü şiirler, mevsim sonlarında yazılır. Çünkü insan, doğayla birlikte kendi mevsimini de yaşar. Ve her mevsimin kendine has bir estetiği, bir iç ritmi vardır.
Yorum Yazın