
Cumhuriyet’in 102. yıl dönümünü kutladığımız bu günlerde, tarih sayfalarını yeniden çevirmek; Bursa ve Mudanya’nın kader belirleyen rolünü hatırlamak, geçmişle geleceği birleştirmenin en anlamlı yoludur.
Kurtuluş Savaşı’nın askeri zaferle sonuçlanmasının ardından diplomatik cepheye geçilmişti. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi, yalnızca bir ateşkes değil, yeni bir devletin nefesiydi. İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcilerinin bulunduğu masada, Türk tarafını Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa temsil ediyordu. O masa, Anadolu’nun kaderini değiştiren sessiz bir cepheydi.
Bursa, işgal günlerinde direnişin sembol şehirlerinden biri olmuştu. Şehrin sokaklarında, kadınlar ve gençler silah ve erzak taşıyor; dağ köylerinde gönüllülerden oluşan küçük birlikler, Yunan ordusuna karşı siper oluyordu. Atatürk’ün planı açıktı: Zafer yalnız savaş meydanlarında değil, ulusal onurun diplomasiyle tescil edildiği masalarda kazanılmalıydı.
Mudanya kıyılarında imzalanan mütareke, Türk ordusunun Trakya’ya barışçıl biçimde girmesini sağladı. Lozan Antlaşması’nın da önünü açan bu belge, Cumhuriyet’in zeminini hazırlayan ilk uluslararası tanımaydı. Artık Anadolu halkı, kendi kaderine hükmetme hakkını kazanmıştı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, mütarekenin ardından Bursa’ya büyük bir vefa duygusuyla yaklaşmış, 1923’te yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:
“Bursa, yalnız bir şehir değil, bir inancın adı olmuştur. Bu milletin kalbinde Bursa kadar direnen bir ruh vardır.”
O ruh, Cumhuriyet’in kuruluşuna dek taşındı. Mudanya Mütarekesi’yle “ateşkes” imzalanmıştı, ama Türk milleti için bu, “başlangıç” anlamına geliyordu.
Bugün 29 Ekim’de, Cumhuriyet’in ışıkları yeniden parladığında, Mudanya’nın denizinde yankılanan o sessiz imzayı hatırlamak gerekir: Çünkü her Cumhuriyet Bayramı, o mütareke masasındaki kalemin mürekkebiyle yazılmıştır.

Yorum Yazın