Bana “Ulu ağaç ”diyorlar. Neymiş, tepeden bakarmışım bütün ağaçlara. İnanın yaşadığım yaklaşık altı yüz yılda hep utanmışımdır ulu olmaktan. Ama söz geçiremedim köklerimle, toprağıma. İlk günkü heyecanla beslediler beni. Kayaları deldi köklerim. Topladığı ne varsa bana gönderdi toprağım.
Bu kadar uzun yaşamak da iyi değil bence… Biriktirdiğim hatıraları saklamaktan yoruldum artık. Her sene dökülen yapraklarımın arkasından rüzgârla beraber ağıtlar yakmayı, yağmurla ağlaşmayı; yaşlı yüreğim kaldırmıyor artık.
Bakmayın dertlendiğime, yine de yaşamak çok güzel. O cemrelerin düşmesini beklemek, topraktan çıkan buharı seyretmek, her baharda yeniden doğmak, yeniden açmak yeşili, göçmen kuşlarımı karşılamak, serçelerimden, kırlangıçlarımdan besteler dinlemek… Taze dallarım, böceklerim, kelebeklerim…
Geceleri meltemin ılık nefesi ile yapraklarımı okşamasından, yıldızların yüzyıllar ötesinden bana göz kırpışlarından, yazın mehtaplı gecelerinden, hayat iksirim güneşten; nasıl vazgeçerim ki?
Her sonbahar da dünyayı bırakıp da giden arkadaşlarım var mı diye çok telaşlanırım? Göremediklerim olursa yıkılırım. Utanırım yaşadığım için. “Ne aceleniz vardı çıkıp gitmeye” diye dertlenirim. Geçen yıldan kalma üç beş sarı yapraklarıyla veda edişlerini kabullenemiyorum. Ağır geliyor yüreğime.
Hani ben, imparatorluklar kuran sultanların, gölgemde ordularını dinlendirdiği, otağ kurduğu, ben.
Bütün yorul muşluğuma rağmen hep gelecek baharı bekleyip dururken neden siz vaz geçiyorsunuz yaşamaktan? Neden?
Her yaratılanın bir sonu var bilirim; kimi erken, kimi benim gibi geç ayrılır dünyadan. Kelebekleri düşünürüm hep; bir gün için dünyaya misafir olurlar. Çok uzun mu gelir onlara yaşadıkları süre, bilemem.
Tanrı’dan daha fazla ömür istemek utandırır beni. Şu gövdemin haline bakın, âşıklar sevdalarını ölümsüzleştirmişler, kazıdıkları kalplerden yazdıkları isimlerden yer kalmamış koca gövdemde. Her sene onların sırlarını yapraklarıma sarıp saklarım. Son baharlarda dökülür yapraklarım, sırları toprağa emanet ederim.
Senden isteklerim var Tanrım; son günüm geldiğinde çürümek istemiyorum. Çürümek incitir beni Tanrım. Telgraf direği de olmayayım. Dallarımı, yapraklarımı, kuşlarımı özlerim, onlarsız kuru bir direk olmaya dayanamam, her gün ağlarım.
Son günüm geldiğinde kocaman gövdemle, sayısını unuttuğum dallarımla, çocukların, odalarında kütüphane olmalıyım. Ya da, ya da kâğıt olup, kütüphanelerini kitap olarak doldurayım istiyorum.
Beni kırma Tanrım ne olur. Ümit Somyürek
Yorum Yazın