Bu yaz tatilinde kendimize küçük ama unutulmaz bir hediye vermek istedik. Eşim Özge ile İzmir’in Selçuk ilçesine, İÖ 2. yüzyılda kurulmuş ve 2.200 yıl boyunca yaşayan bir Roma şehrini görmeye geldik. Daha ilk adımda, taş sokakların arasından yükselen o eski çağ kokusunu hissettik. Göz göze baktık ve ikimiz de aynı şeyi düşündük: “Ne büyük bir mirasın üzerinde yürüyoruz.”

Burası bugün 930 bin metrekarelik bir alana yayılmış durumda. O zamanlar 200-250 bin kişiyi ağırlayabilen bu şehir, sadece Roma’ya değil; Lidyalılara, Perslere, Helenlere ve Bizans’a da ev olmuş. Gezerken pazar yerlerini gördük; burada bir zamanlar tüccarların bağırışları yankılanıyormuş. Sonra gladyatörlerin savaştığı arenanın önünde durduk. İnsan, hayatın nasıl hem bir oyun hem de bir mücadele olduğunu orada daha iyi anlıyor. Hamamlar, mahzenler, tapınaklar… Her taşın, her sütunun ayrı bir hikâyesi vardı.

Bizans dönemine ait Meryem Ana Kilisesi’nde sessizce oturduk. O an etrafımızdaki kalabalığı duymadık bile, sadece tarihin kalp atışlarını ve kendi kalbimizin sesini dinledik. Buradan yaklaşık 8 kilometre uzakta, Meryem Ana Evi var. Onu da ziyaret etmeyi kafamıza koyduk.

Selçuk’ta, geçmişle bugün arasında yürümek, insanın kendisini hem bu toprağa hem de yanındaki insana daha sıkı bağlayan bir şey. Biz bu gezide sadece bir şehir görmedik; aşkımızı tarihin içine işledik. Bir gün yolunuz düşerse, siz de sevdiklerinizle bu taşların arasında dolaşın. Belki sizin hikâyeniz de burada bir köşeye siner.
Yorum Yazın