Dün sabah çocuklarımın nefesini dinlerken tütün kokusu gibi ağır bir is çöktü yüreğime; öğrendim ki yurdumun dört bir yanında bir günde altmış yedi orman tutuşmuş. Duman rakamlarla yükseldi: Bu yıl bin seksen dokuz kez alev almışız, bin sekiz yüz yirmi üç hektar yeşil, yani iki bin altı yüz futbol sahası—çimlerinde gol sevinci yaşadığımız anılar kadar geniş—kül olmuş. Fakat asıl yangın, toprağın iç sesinde, kuş yuvalarının boşluğunda, anne arının süt borusunda yanıyor.

Ben, bir anne, bir kadın, bir yazar olarak, içimdeki dişil kıvılcımları kelimelere savurmak zorundayım. Çünkü her kızıl alevle birlikte bir bebeğin ilk nefesine ortak olan çam kozalağı çatlıyor, her gövdeden kopan kabukla sincapların kış kumbarası dağılıyor. Orman sadece ağaçlardan ibaret değil; o, geleceğin rahmi, toprağın belleği, suyun yastığıdır. O rahim yanınca, biz de doğmadan yetim düşeriz.

Yıllardır aynı dejavu sahnesindeyiz: Yaz gelir, ateş göğü kavrar, biz yine “erken müdahale” cümlelerine sığınırız. Merkezî hükümet ve yerel yönetimler, yangın haritalarını tozlu raflardan indirip rafine çözümler geliştirmedikçe, her sezon bir yeniden diriliş masalı izler gibi yanarız. Uçaklarımız göklerde pas tutarken, gönüllüler toprakta çıplak elleriyle ateşe karşı set örer; selvi dalları, suya hasret bir çocuk gibi titrer.
Bugün kalemimi yangından arta kalan kömürle ıslatıyorum. Göz pınarlarımdaki buharı satırlara serpiştirirken, siz okurlarıma bir düş kurdurmak istiyorum: Ateş uğramamış bir sabah hayal edin. Güneş çam kabuklarını ısıtırken, ıhlamur yapraklarına konan ballı akşam serçelerini; yerin altındaki su damarlarının gümüş kemanlar gibi çaldığı sesi… O sesi korumak bizim elimizde.

Bir anne merhametiyle, bir yazar inadıyla haykırıyorum: Külün kokusunu ezberlemek zorunda değiliz! Her hanenin kapısında bir yangın söndürme planı, her belediyede tam donanımlı hava filosu, her yurttaşın cebinde bir fidan olmalı. Çünkü orman yanarsa sadece kuşlar değil, masalların da çatıları çöker. Çocuklarımız geçmişten değil, külden geleceğe bakar.
Haydi, sözcüklerimizi suya, ellerimizi toprağa batıralım. İlk kıvılcımı görmeden önce bir telefon, ilk dumanda bir uyarı sistemini çalıştıralım. Ve bir daha ki yaz, çocuklarıma yangın istatistikleri değil, filizlenen çınarların serinliğini anlatayım. O serinlikte hep birlikte nefes alalım; çünkü bu vatanın gölgesi hepimize lazım, çığlığı hepimizi yakar.
Yorum Yazın