Bir çocuğun gözyaşı hangi inançtan, hangi milletten olabilir? Hangi kimlik, hangi tarihî hesaplaşma o masum gözyaşlarını haklı gösterebilir? İnsanlık, vicdanı diri kaldıkça ayakta durur; o vicdan söndüğünde, geriye yalnızca bir harabe kalır.
Son günlerde, insanlığın en karanlık yüzüyle karşı karşıyayız. Sosyal medyada, Suriye’de yaşanan Alevi katliamları protesto edilirken, bazı yorumlar nefreti meşrulaştırıyor, öldürülen masumları adeta bir “hak” gibi gösteriyor. “Zamanında onlar da şunu yaptı, şimdi başlarına gelen normal” diyerek kanıksanan her cinayet, aslında insanlığın ruhuna işlenmiş bir darbedir. Oysa bir insanın ölümü, tüm insanlığın ölümü değil midir?
Vicdan, bir halkın hafızasıdır. Eğer onu susturursak, tarih sadece zulmün yankılarından ibaret kalır. Bir halkın çektiği acıları, başka bir halkın çığlıklarıyla dindirmek mümkün mü? Tarih boyunca, kinle beslenen her savaş, yalnızca yeni ölümler doğurdu; intikamla yürütülen her siyaset, nesillerin omzuna taşınamayacak kadar ağır yükler bıraktı. Oysa barışa, kardeşliğe açılan yollar hep vicdanın ışığıyla aydınlandı.
İnsanlığın onurunu korumak için sesimizi yükseltmeliyiz. Kin ve nefretin üstüne inşa edilen hiçbir düzen sonsuz değildir. Ama merhamet ve adaletle kurulan bir dünya, her çağda yankısını bulur. Gelin, bugün bir çocuğun gözyaşını dindirmek için, bugün bir annenin yasını paylaşmak için, bugün insan kalabilmek için vicdanlarımızı diri tutalım. Çünkü insanlık, ancak vicdanını kaybetmediğinde yaşar.
Yorum Yazın