Ağustos Böceğinin Gerçek Hikâyesi
Masallarda bize öğretilenler ile hayatın gerçeği arasında dağlar kadar fark vardır. Çocukken dinlediğimiz o ünlü masalda, ağustos böceği bütün yaz saz çalıp eğlenir, karınca ise çalışır, kış gelince de ağustos böceği perişan olurdu. Biz de hep çalışkan karıncayı örnek alır, tembel böceğe kızardık. Oysa doğanın kendi hikâyesi, masallardan çok daha dramatiktir.
Gerçekte ağustos böceği, yıllar süren bir sabrın, görünmez bir mücadelenin sembolüdür. Toprağın altında 17 yıla kadar yaşayan bu küçük canlı, ömrünün neredeyse tamamını karanlıkta geçirir. Yıllarca köklerden beslenir, sabırla büyür, dayanır, varlığını sürdürür. Yüzeye çıkması için 17 yılını geride bırakması gerekir.
Ve nihayet bir yaz günü… Yeryüzüne çıkar. Ama o çıkış, onun için bir özgürlük değil, sonun başlangıcıdır. Çünkü toprağın üstünde geçireceği süre yalnızca birkaç haftadır. O kısa ömründe tek amacı vardır: Bir eş bulmak, soyunu devam ettirmek. Kanat çırpar, şarkısını söyler, dişisini çağırır. Başarırsa neslini sürdürür, başaramazsa hayatı boşa geçmiş gibi son bulur. Dört hafta sonra ise yaşam döngüsü tamamlanır ve ölür.
İşte masallarda “tembel” diye yaftalanan o böcek, aslında bize büyük bir hakikati gösteriyor: Görünmeyen sabır, sessiz mücadele ve kısa bir ömrün içinde anlam arayışı…
Ağustos böceği bize şunu fısıldar:
Hayat göründüğü kadar uzun değildir. Yıllar süren bekleyişler, bazen yalnızca birkaç haftalık bir sevinç için birikir. Ve biz insanoğlu da çoğu zaman aynı döngünün içindeyiz. Yıllarca çalışır, uğraşır, bekleriz. Mutluluk dediğimiz şey belki de sadece birkaç haftalık, birkaç anlık bir deneyimdir.
Ama mesele, ömrün uzunluğu değil, içini nasıl doldurduğumuzdur. Ağustos böceği bize, yaşamın aslında bir “an” olduğunu, her anın kıymetini bilmemiz gerektiğini hatırlatır.
Kim bilir, belki de hakiki tembellik; ömrün kıymetini bilmeden, onu boşa tüketmektir.
Yorum Yazın