Yazan: Müjgan Pekdoğan
Dün sabah işe giderken apartmanın girişinde, kaldırımın hemen kenarında bir çift kırmızı ayakkabı gördüm. Öylece, sessizce duruyorlardı. Sahibini merak ettim ama o an işe yetişme telaşıyla sadece bir bakış atıp geçtim. Ama içimde tuhaf bir his kalmıştı.
Ertesi sabah, yani bu sabah… Aynı ayakkabılar hâlâ oradaydı. Hiç kimse dokunmamıştı. Oysa bizim sokakta öyle şeyler olmazdı. Ayakkabılar dışarıda unutulmazdı, hele ki gece boyunca. Hele ki kırmızı… Kırmızı, unutulmazdı.
Bir şey vardı bu işte. İçimi kemiren bir merakla evin kapısına yaklaştım. Ayakkabıların tam önünde durdum. Başımı eğip baktım, numarası küçüktü. Belki bir kadına, belki bir genç kıza aitti. Belki de…
Kapıya yaklaştım. Parmaklarım zile uzandı. Bir an tereddüt ettim. Ama o ayakkabılar… Sanki konuşmak istiyorlardı. Bastım zile.
İçeriden yankılanan tek kelime duyuldu:
— Kim o?
— Posta, dedim nedense. Oysa elimde mektup falan yoktu. Kalbim hızlı hızlı atıyordu. Sanki içerdeki kadın kalbimin sesini duyacak diye korktum.
Kapı yavaşça açıldı. Kadın orta yaşlardaydı. Saçları dağınıktı, yüzü solgun ama güzeldi. Ayağında bembeyaz bir çift ayakkabı vardı. Tertemiz… Ve yeni gibiydi.
Gözüm, yerdeki kırmızı ayakkabılara kaydı tekrar. Postacı olmadığımı anlayınca kadın da onlara baktı. Sonra bana döndü, kısık bir sesle söyledi:
— Giderken onları çöpe atar mısın?
Şaşırdım. Boğazım kurudu bir an. "Tabii," dedim istemsizce.
Eğilip ayakkabıları elime aldım. Soğuktular. Islak da değillerdi ama sanki geceden bir şey taşımışlardı üstlerinde. Bir kadın yürümüş, durmuş, düşünmüş gibiydi içlerinde.
Kadın kapıyı kapattı. İçeri bir karanlık sızdı aralıktan. Ne olmuştu o gece? Kime aitti bu ayakkabılar? O evde neler yaşanmıştı?
Sorular cevapsızdı. Ama kadın o cevapları biliyor gibiydi. Ben sadece ayakkabıları alıp çöp kutusuna yürüdüm. Elimden kayan bir geçmiş gibi bıraktım onları.
Kırmızı ayakkabılar…
Artık susuyorlardı.
Yorum Yazın