
İsmail Hakkı Dümbüllü (1897-1973), Türk tiyatrosunda geleneksel meddahlık sanatının Cumhuriyet dönemindeki en tanınmış ve en kalıcı temsilcilerinden biridir. Üsküdar doğumlu sanatçı, sahneye ilk adımını Kel Hasan Efendi’nin topluluğunda attı. Kanto, ortaoyunu, tuluat ve meddah anlatı biçimleri içinde yetişen Dümbüllü, özellikle karakter yaratma gücü, doğaçlama yeteneği ve halk dilini sahneye taşımadaki ustalığıyla tanındı.
Dümbüllü’nün sanatındaki en dikkat çekici yön, halk anlatı geleneğini sadece tekrar etmekle yetinmeyip, onu modern tiyatro estetiğiyle harmanlamasıdır. Sahnede kullandığı dil, günlük hayatın içinden alınmış deyimlerin ve yerel seslerin zengin bir bileşimidir. Bu yönüyle Dümbüllü, sözlü kültürün yaşayan bir taşıyıcısıydı.
Edebiyatla olan bağı tam da burada belirginleşir. Onun anlattıkları metne döküldüğünde, halk edebiyatının temel değerlerini; mizah, ironi, taşlama ve insan gözlemine dayalı ince bir toplumsal okuma biçimini görmek mümkündür. Ahmet Rasim’den Hüseyin Rahmi’ye kadar pek çok yazarın şehrin hayatını edebi bir metne dönüştürme çabası ne ise; Dümbüllü de aynı hayatı sahne diline taşıyan canlı bir metin hâsıl ediyordu.
Dümbüllü’nün meşhur “Dümbüllü Kavuğu”, meddahlık geleneğinin ustadan çırağa devredilen sembolik bir nişanesidir. Bu kavuk, daha sonra Münir Özkul’a, oradan da Ferhan Şensoy’a devredilerek geleneğin sürekliliğini temsil eden bir miras niteliğini kazanmıştır. Bugün geleneğin modern tiyatroda nasıl yaşayabileceğine dair yürütülen tartışmalarda, Dümbüllü’nün rolü hâlâ belirleyici bir referans noktasıdır.
Onun tiyatrosu, yalnızca gülmek için kurulmuş bir sahne değildi. İnsan ruhunun kırılganlığını, toplumun aksayan yanlarını, esnafın mizacını, mahallenin hafızasını anlatıyordu. Böylece sözün sahnede dirilişini mümkün kılan bir edebi damar açıyordu.

Yorum Yazın