Saudade. Portekizce bir kelime ve barındırdığı anlam bana çok derin geldi. Bir şeye veya kimseye olan derin özlem. Bu özlemde özlenene hiçbir zaman kavuşulamayacağı duygusu da var. Bana çok acıklı geldi. Benim de yok mu diye düşünmeden edemedim. Bir şekilde yetemeyip de çok istediğimiz halde, hiç elde edemeyeceğimize derinden inandığımız? Maddi şeylerden bahsetmiyorum. Ruhumuzda çoğu zaman bizim bile çok sonraları farkedebildiğimiz, hatta birçok kişinin bu derin amacı ve özlemi farkedemeden bu dünyadan gittiği bir Saudade'si yok mu? Hepimiz bir şekilde varoluyoruz günlük yaşamımızda ama "olmak" kelimesi ne kadar gerçek? Gerçekten ruhumuzun en çıplak haliyle varolduğumuzda, sahip olduğumuzu sandığımız, aslında bize sahiplik edenlerin gözlerinden korkar mıydık? Personalarımızı köşeye bırakıp sadece arzu, özlem, sansürsüz kelamlarımızı en yakınımız kabul ettiklerimizin ellerine bırakıversek?
Yaşadığım dünya ailesinin parçalarına bakınca umut hissedemiyorum. Tüm yüzler filtreli, vücutlar utangaç, kelimeler korkak ve örtülü. İnsanın en doğal haline getirilmiş tüm bu sansür korkutucu gelmiyor mu? Yaşamaya çabaladığım bu hayatın "Saudade"si işte tam da bu. Sonsuz kendiliğindenlikte bir kabullenişlik. Buldum ve bulduğumda kaybettim. Gördüm ve kokusu parmaklarımdayken özledim. Duyduğumda ateşi bedenimdeyken unuttum. Ne tanrısal! Tüm kusurlarına bakarak ve en çıplak haliyle ruhuna sokulan şefkatli eli ölümün uyuşukluğu ve sarhoşluğuna karışan bir duyguyla kalbine götürüp teslim edivermek. Varlığının tümden teslimiyetinde, sonsuz hiçliğe razı gelmek. Anne rahminin sessizliği ve karanlığı gibi. İyilikleri oraya bırakıp, kendimizi göbek bağımızdan kurtarmak adına, açlığa, acıya, huzursuz pırıltılara, pazarlıklara bıraktığımız andan beri, her gece ve ne zaman katlanılmaz olsa yolculuğumuz, oraya dönüşümüzü arzulamamız boşuna mı?
Varolduğrunda en temiz ve en kirli, en günahsız ve en suçlu, en masum ve en günahkar, en güçlü ve en zayıf, en yeterli ve yetersiz halimizle, bizi teniyle sarıp, teninin sıcaklığı ve zamanın akışından daha yavaş kalbiyle bizi bu halde kabul eden olabilir mi bu Saudade? Adem ve Havva'nın oğulları ve kızları, Mitra ve Tammuz'un varisleri, Meryem'in evlatları ve İsa'nın kuzuları... Nerede kaybettiğimizi bilmediğimizi nerde aramalıyız? Ten kafesimizin içine mi bakacağız, yoksa huzurun yokluğundan yanan derilerimizin ötesine mi? İnanın ben de bilmiyorum. Umarım bir yerlerde var oluyordur ve hayatımızın son sahnesinden önce bulmuş oluruz veya bulacağızdır. Saniyeler sürse bile bir kez... Umutla...
Yorum Yazın