"HAZİNE" AKM Sahnesinde Yüreklere Taşındı: Türkiye’nin Kültürel Hafızasına Yolculuk
Taksim Meydanı o gece her zamankinden farklı bir kalabalıkla doluydu. Yasaklı sokaklar, geçiş zorlukları, şehrin karmaşası… Ancak ne olursa olsun, hiçbir engel insanların gönlünde yanan kültür ateşini söndüremedi. Çünkü o gece AKM'de, bir milletin yüreğinde saklı bir “HAZİNE” açığa çıkacaktı.

Edebiyat Magazin Gazetesi olarak davetli olduğumuz bu özel gece, Türkiye Halk Oyunları Federasyonu'nun titizlikle hazırladığı, halk biliminin kalbinden kopup gelen bir dans anlatısıydı. Girişte bizleri karşılayan Federasyon Başkanı ve hemşerimiz Hüseyin Güler'in güler yüzü, davete olan sadakatimizi bir kat daha pekiştirdi. O kalabalıkta verilen nazik referans, ruhumu okşadı. Gecenin öznesi gibi hissettiren bu samimiyet, aslında orada bulunan herkes için geçerliydi. Çünkü oraya gelen her bir misafir, bu ülkenin belleğinden bir parça taşımaya gelmişti.

Protokolde gözüm tanıdık bir yüze takıldı: Karadeniz Vakfı Başkanı Yusuf Cevahir Beyefendi... Yanında İstanbul PTT Başmüdürü Ali Kurt da vardı. Selamlaşmalar, hal hatır faslı ve ayaküstü kısa ama içten bir demeç… Cevahir Bey’in söyledikleri gecenin ruhunu özetler gibiydi:
“Folklor sadece bir oyun değil; bir milletin kolektif hafızasıdır. Bugünü anlamadan geleceği inşa edemeyiz. Bu gösteri, işte tam da bu anlamda büyük bir kıymet taşıyor.”
Işıklar söndüğünde, salon bir anda büyülü bir atmosfere büründü. Sunucu, gecenin mimarını sahneye davet etti. Hüseyin Güler’in konuşması samimi ve bilgilendiriciydi. Devlet erkânından, yargı temsilcilerine kadar birçok önemli isme teşekkür etti. Ardından hep birlikte İstiklal Marşı okundu. İlginç bir sahneydi: Hazır çalınan marş sesi kısılınca, salonda insan sesi yükseldi. Coşkuyla, yürekten, bir ağızdan söylendi marş. O an, sahnedeki hazine daha başlamadan kalplerde bulunmuştu belki de.

Gösterinin hikâyesi bir hayli dokunaklıydı. Yalnız bir genç, parkta gazete okurken bir “hazine” haberine rastlıyor ve bunun peşine düşüyor. Antikacıdan aldığı küçük bir sandıkla Anadolu’yu karış karış geziyor. Her yörede bir halk oyunu izliyor, bir hatıra biriktiriyor. Her adımında kendine dair bir iz buluyor. En sonunda geldiğinde, sandık eksik kalıyor. Çünkü gözyaşı yoktur henüz içinde. Antikacı, sandıktan bir mendil çıkarıyor ve gencin gözyaşlarını siliyor. İşte o anda tamamlanıyor hazine. Topladıkları bu toprağın hafızası, o ise bu hafızanın taşıyıcısı oluyor.

Bu anlatıya her yörenin dansı eşlik ediyordu. Sis efektleriyle açılan sahnede bazen Kafkasların hırçın rüzgarı esiyor, bazen Ege’nin güneşi gülümsüyordu. Doğu’nun ritmiyle yükselen davullar, Karadeniz’in hırçın horonuna karışıyordu. Her bir sahnede, arkada o yörenin mimarisinden, doğasından görüntüler yansıtılıyordu. Müzikler özgün, kostümler göz kamaştırıcıydı. Sahnedeki 450 genç, gecenin sonunda dev bir Türk bayrağını hep birlikte kaldırdığında salonda alkışlar sel oldu. Kimi gözyaşlarına hâkim olamadı.

Gösteri sonunda Başkan Hüseyin Güler tüm emekçileri sahneye tek tek davet etti. Antrenörler, kareograf ekipleri, orkestra üyeleri ve federasyon yönetimi bir bir tanıtıldı. Alkışlar durmak bilmedi. Bu, sadece bir kapanış değil; emeğe saygının en zarif biçimiydi.

Ordu Basın Kuruluşları Derneği’nden Başkan Sefai Uzunyurt, Kanal 34’ten Adil Koçalan ve Edebiyat Magazin Gazetesi’nden bu satırların yazarı olarak biz de o geceyi belgelemekten onur duyduk.

Gece sonunda herkesin yüzünde aynı his vardı: gurur. Kültürel zenginliğimizin bu kadar estetik, duygusal ve bütünlüklü bir anlatıyla sahneye taşınması, bir halkın kendine olan inancını pekiştiren bir gösteriydi. Sahnedeki gençler, sadece dans etmediler; hafızamıza işlenmiş bir ülkenin öyküsünü anlattılar.

Ve anladık ki; “Hazine”, geçmişin izlerini geleceğe taşıyacak yüreklerde saklıdır.
Biz hep birlikte Türkiye’yiz.
Ne mutlu Türk’üm diyene!

Yorum Yazın