• KİM VURDU?
    • KİM VURDU?
      İstanbul Anadolu Adliyesi’nde sabah saatlerinde yaşanan bir kadın cinayeti, sıradan bir haberin ötesine geçti. Gazeteci Tekin’in gözünden aktarılan olayda, bir ailenin iç çatışması, kuşaklar arası gerilim ve bastırılmış öfke, trajik bir sona dönüştü. Cinayet bürosunun gizemli tavırları, Selim Komiser’in beklenmedik tepkisi ve acılı eşin gözyaşları, olayın perde arkasını aralıyor. Gerçek, bir halı saha fotoğrafında gizliydi. Ana katili bir evlat, suskun bir bacanak ve geride kalan bir gazeteci… Bu haber, sadece bir cinayeti değil, bir toplumun içsel çatışmasını da anlatıyor.
      17.09.2025 - 12:47 | Son Güncelleme:17.09.2025 - 12:47
      GÜVEN ALBAYRAK

      "Kim Vurdu?" – Bir Kadın Cinayetinin Ardındaki Sessiz Çığlık

      KİM VURDU?

      Güven Albayrak

      Kış günlerinde, sabah kalkmak kadar zor bir eylem yoktur. Uykumun en güzel yerinde sarsılıyorum. Zorla elime tutuşturulan cep telefonuma tek gözümü hafif açarak baktım, saat daha dokuz kırk beş, kalkmama vakit var. Yatağın içinde biraz daha debelenerek, kaybolmak istiyorum. İçerden gelen sesler ve annemin ahlamaları uyutmuyor. Anneannemin sesiyse daha çok baskın çıkıyor. Annem ağlamaklı bir sesle, ”işten çıktı sanırım, ne yapacağız anne?

      İşler büyümeden kalkmalıyım. Yataktan kalktım, yüzümü yıkadım ve dışarı çıkmam on dakika sürdü, motorumu bahçeye çıkarttığımda hala evden gelen sesleri duyuyordum. Ama anlamıyorum, kendime gelemiyorum bir türlü. Gece geç yatarsan böyle olur işte, uyanamazsın. Dışarı çıktığımda otoyola girmeden uğrak yerim olan börekçiden bir bardak çay aldım. Biraz ilerdeki otoyolun yanında tel örgülerin orada kendime çay ve sigara molası verdim, bir yandan da cep telefonuma haber merkezinden yönlendirme var mı? Bakıyorum.

      Haber merkezinden gelen mesajda:

      “Anadolu Adliyesinde infaz büroda Hamdi Beyi bul, bir kadın öldürülmüş.”

      Yine bir kadın cinayeti olmalı, bakalım beni nasıl bir olay bekliyor? Şehrin doğusunda kalan adliyeye gitmek için otoyola yöneldim. Hamdi Ağabey, Polis İnfaz Büro Amirliğinde memurdur. Biz polis muhabirlerinin sevdiği bir ağabeydir. Bir yetmiş boylarında, biraz şişmanca, babacan, güler yüzlü, sevimli bir ağabey. Bizim meslekte yeni gazetecilere çaylak denilir. Biz çaylak gazeteciler, önce polis muhabirliği ile göreve başlarız. Öncelikle teknolojiye hâkim olmamız gerekir. Cep telefonlarımızda, haber portalımızın kullanım paneli, TDK’ nun sözlük, deyimler portalı ile bir de Joe NAVARO’ nun beden dili portalı vardır.

      Avrupa’nın en büyük Adliye Saraylarından olan Anadolu Adliye Sarayı’na geldim. B-3 bodrum katında bulunan İnfaz Büro Amirliği, motor parkına yakındı. Yüksek tavanlı, blok mermerlerden oluşan, koskocaman bir binaydı burası. Duygusuz ve cezalandırıcı görüntüsü olan yapıdan içeri girdiğimde, doğruca basın bürosuna geçip bir kahve aldım. Orada bulunan arkadaşlara,

      “ Kankiler ne haber?”

      “ İyiyiz kanki senden ne haber?”

      Pandemi’den dolayı temas olmadan selamlaşıyorduk. Hamdi Bey’in bulunduğu tarafa yöneldim. Gördüğüm manzara her zaman ki gibi soğuk ve donuktu.

      Savcıya ifade vereceklerin bekletildiği bir koridor vardı. Soğuk, mermer granitlerle kaplı, rahatsız edici metal banklar. Açılan, kapanan kapılar, giren çıkan, bir hareketlilik. Hamdi ağabey beni görünce gülümsedi, ayağa kalkıp yanıma geldi.

      “ Tekin, yine bir kadın cinayeti. Zanlı ortada yok, kocası, kadın öldükten sonra eve geldiğini söylüyor.”

      Anlamaya çalışarak

      “ Maktul kaçta öldürülmüş?”

      “ Sanırım sabah sekiz otuzdan sonra.”

      “ Çok yeni desene, saat on bir.”

      “ Evet öyle.”

      “ Kocası?”

      “ Güya sabah işe gitmiş, içinde bir yanma olmuş eve gitmek için izin istemiş eve geldiğinde karısını öldürülmüş bulmuş.”

      “Abi, nasıl bu kadar çabuk sorgulandı?”

      “ Hiç sorma! Ben de anlamadım.”

      “ Niye?”

      “ Birazdan göreceksin Cinayet masasından biri var yanında Selim Komiser yanına kimseyi yanaştırmıyor. Dosyayı bizzat o takip ediyor. Kontrollü ol seni de üzebilir bu komiser.”

      Biz konuşurken, bir doksan boylarında, kirli sakalı, hırpani kılıklı, asık suratlı tehditkâr bakışlı biri geldi. Bahsedilen Selim komiser bu olmalı diyerek, yanına yaklaştım.

      “ Komiserim nasılsınız?”

      Donuk bakışlı ukala bir tavırla:

      “ Sana ne? İşine bak!”

      “ Komiserim, işim bu, gazetecilik.”

      “ Savcıyla görüştükten sonra bilgi veririz.”

      Hamdi Ağabeyin yanına döndüm. Gördün mü der gibi gülümsüyordu. Karşımda duran manzarayı inceliyor, bir yandan da cep telefonumdan, Joe NAVARO’ nun beden dili portalını araştırıyorum.

      Bank da maktul kadının kocası oturuyor. Elli yaşlarında kır saçlı, spor bir mont giymiş, kot pantolon, bisiklet yaka, gri triko kazak, kirli sakallı. Oturduğu yerde öne doğru eğilmiş, dizler bitişik, iki elini dizlerinin arasına kıstırmış, sessizce ağlıyor. Yanında Selim Komiser, O da öne doğru eğilmiş, iki elinin parmakları açık ve bitişik ayağı tempolu titriyor.

      Sanki ikisin de de suçluluk ibaresi var gibiydi. Hamdi Bey yüzüme bakarak, babacan bir tavırla,

      “ Bak koçum, adamın karısı mutfakta kahvaltı masasın da otururken sert bir cisimle sol kaşının üzerinden darbe almış, sonra kafasının arkasından da darbe almış orada ölmüş. Bu demek ki, bu işi yapan tanıdık biri, boğuşma yok, hırsızlık yok, adamın bağırıp ağlamasına komşular gelmiş. Bence adam kadını öldürdü.”

      “ Hamdi abi sebep ne olabilir ki?”

      “ Cinayet bürodaki Selim Bey olmasa ben bulurdum amma!”

      “ Bir önerin var mı?”

      “ Elbette var, dinle, ben bizim bürodan amirimi arayıp Selim Bey’i telefonda meşgul ettirirken, sen de kadının kocasını sorgula gazetecilik yap”.

      Kafamı salladım, saat, on bir on beş, önce sigara içip, hava almalıyım. Hamdi ağabey omuzuma vurunca baktım, Selim komiser telefonda konuşurken, koridora yöneldi, peşinden

      Hamdi ağabey, bende ölen kadının kocasının yanına gittim. Sigara paketimi uzattım, bana baktı, burada içilmez der gibi gözleriyle sorguladı. Koridorda bahçeye açılan kapıyı gösterip, başımla işaret ettim. Yakın davranışımdan olacak sigarayı aldı ve kalktı. Peşimden geldi, bahçeye çıktık. Sigarasını yaktım, ikimizde konuşmuyorduk, ama konuşmak için can atıyorduk. Sonra sakin bir sesle,

      ” başın sağ olsun ağabey, acın büyük, yoldaşın, dert ortağın, canının sol yanı gitmiş, hem de dönülmeyecek bir yolculuğa.

      Ağlamaklı bir halde,

      ” bilemez! Kimse yaşamadan bilemez.”

      “ Doğru, nerede oturuyordunuz ağabey?”

      “ Ümraniye Esen evler.”

      “ Orayı bilirim, ben de Bulgurlu’ da oturuyorum. Halı saha maçlarına gideriz, o mahallenin gençleriyle maç yapmışlığımız vardır.”

      Selim komiser, bir hışımla bahçeye gelip, yanımıza yaklaştı ve “basın mensuplarına güvenilmez, konuşma sakın onunla!”

      Ses çıkartmadan içeri girdik. Sonradan isminin Hakan olduğunu öğrendiğim karısı ölmüş şahıs, kaçamak gözlerle sürekli bana bakıyordu. Ne Hamdi Bey ne de ben buna bir anlam veremiyordum. Selim bey sanki delilleri örtüyordu. Öğlen olmuştu, Hamdi ağabey kendince komplo teorileri üretiyordu. Benimde aklıma bir şeyler geliyordu. Halı saha maçlarından bahsedince gözleri büyümüştü cep telefonumdan Esenevler Mahallesi’nden gençlerle ilgili maç fotolarına bakıyorum. Böylelikle kendisiyle bir yakınlık kurma ümidindeyim. Elimde ki telefonu uzatmıştım.

      Hakan Bey, Selim Komiser hareket etmeye yeltenmeden sol koluyla durdurup telefonuma uzandı. Resimlere bakarken birden dondu, ağlamaya başlamıştı.

      “ Ne yaptın sen, ah ne yaptın?”

      Hamdi Beyle ben baka kaldık.

      Hakan Bey hıçkırarak” ah kadınım! Bir çenen susmadı. Karışma dedim, dinlemedin.”

      Selim Komiser ayağa fırlayarak

      “ Bacanak! Ne yaptın?”

      Hamdi Bey şaşkınlıkla, Selim Komisere dönerek…

      “ Bacanak mı ?”

      Ayağa kalktım, Hakan Bey’e yöneldim, elimdeki telefonda baktığı resimde ben ve yanımda ki genç T.Ö yü gördüm, telefonu öpmeye başladı bir yandan da kendi kendine konuşuyordu.

      “ Annene sözümü dinletemedim, karışma, oğlanın kız arkadaşlarına diyordum, karışırım diyordu. Bilemezdim böyle olacağını. Sen bizim tek çocuğumuzdun, annene nasıl kıydın, ah çocuk yaktın yüreğimi?”

      Haberin metnini akşam haberlerine yetiştirdim. Ajansımızın tüm medya haberlerinde birinci haber olarak girdi. Mutsuzdum, üzgündüm, halı saha maçlarımızda ki oyun arkadaşlarımızdan biriydi çocuk, kardeşimizdi. Tamer’in bir anlık öfkesiyle ana katili olmasını duyuran bir gazeteci olmakta benim kaderimdi.

      Kafamın içerisinde olayın sebep-sonuç ilişkisini irdelerken kuşak çatışmasına dair düşüncelerim beliriyordu. Gençlik döneminde duygular yoğundur ve sürekli dalgalanma gösterirler. Gençler sevinçle, üzüntü, sevgiyle, nefret arasında gidip gelir. Ruhsal tepkilerinde aşırılık, davranışlarındaki çelişki, bu döneme özgü bir bocalamanın belirtisidir. Gençler, bir yandan içinden gelen dürtülerini dizginlemeye çabalarken öte yandan çevresi ile çatışmaya girebilir. İç dünyası ile dış dünya arasında dengeler kurmaya çalışır. Gençler, kendine özgü yaşamak istemekte, bağımsızlığını kazanmaya çabalamaktadır. Kuşaklar arasındaki farklılığı anlamak gerektiğini düşündüm.

      Gün batarken, motorumla, şehrin doğusunda bulunan Adliye Saray’ın dan, güneşin battığı yere, eve doğru ilerlerken, gözyaşlarım kaskımı içten ıslatıyordu.

      EDEBİYAT MAGAZİN GAZETESİ
      EDEBİYAT MAGAZİN GAZETESİ

      Yorum Yazın

      Yorum yazarak topluluk kurallarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Edebiyat Magazin hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

      Yorumlar

      • Armaganyagmur