
Asya, fakir bir ailenin tek kızıydı. Ondan büyük bir ağabeyi, ondan küçük de bir erkek kardeşi vardı. Annesi onlar için adeta kendini tüketirdi; yemez yedirir, giymez giydirirdi. Çocuklarını bir şahin gibi korur, bir kartal gibi kanat gererdi.
Asya henüz sekizinci sınıf öğrencisiydi. Bir gün okuldan arkadaşlarıyla birlikte eve dönerken gördüğü bir manzara onun hayatını altüst etti. Yolun ortasında boynu kesilmiş, kanlar içinde bir adam yürüyordu. Şaşkınlıkla arkadaşlarına gösterdi ama kimse bir şey görmedi. Onlar gülüp geçerken Asya hâlâ o adamı görüyordu.
Kendi kendine “Deliriyor muyum?” diye sordu. Korkuyla eve koştu ve olanları annesine anlattı. Annesi dehşete kapıldı. Anlaşılan kızının gördüğü şey, başkalarının göremediği bir gerçeğin gölgesiydi. Hemen psikoloğa götürdü. O günden sonra Asya’nın hayatı bir daha eskisi gibi olmadı.
Geceleri kabuslarla uyanıyor, gündüzleri gördüğü karartılarla baş edemiyordu. Kimi zaman bileklerini kesiyor, kimi zaman intihara kalkışıyordu. Babası yok gibiydi; evin bütün yükü annesinin omuzlarındaydı. Hem gündelik işlere gidiyor hem ilaç ve doktor parasını çıkarıyor hem de çocuklarını okutmaya çalışıyordu.
Asya’nın çilesi yıllarca sürdü. Annesi onu sırtında hastaneye taşıyor, sonra küçük oğlunu yalnız bırakmamak için sabaha karşı eve dönüyordu. Yorgun gözlerinden hiç kurumayan yaş, onun tek sırrıydı.
Yıllar geçti. Ağabeyi üniversiteden mezun oldu. Asya ise hastalığına rağmen okumaktan vazgeçmedi. Çoğu zaman ilaçların etkisiyle ödevlerini yapamıyordu; annesi sabaha kadar yazıp kızının kâğıdını hazır ederdi. Mezuniyet gününde Asya diplomasını annesine verip “Bunu ben değil, sen aldın anneciğim” dediğinde herkes ağladı.
Asya, zamanla hastalığın karanlığından çıkmayı başardı. Yirmi sekiz yaşına geldiğinde evlenmiş, bir kız çocuğu sahibi olmuştu. Bazen kendi kendine “Kızım böyle bir durumda olsa, annemin bana katlandığı gibi ben dayanabilir miydim?” diye düşünüyordu.
Ama hayatın gerçeği şuydu: Onu yaşama bağlayan, güçlü iradesi ve annesinin tükenmeyen sabrıydı. Babasıysa o yıllar boyunca hayatlarına hiç katılmamış, kendi zevk ve alkol dünyasında kaybolup gitmişti.
Bu hikâye, gençlik depresyonunun ne kadar yıkıcı olabileceğini gösteriyor. Asya’nın yaşadıkları sadece onun değil, annesinin de sınavıydı. Çünkü anneler, evlatlarının acısını yüreğinde taşıyarak katlanır; onların gözyaşları hiç kurumaz.
Rabia Saylam Taşdemir

Yorum Yazın