
Türkiye'nin farklı bölgelerinde yalnızca bir günde 67 yangın çıktı. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı'nın aktardığına göre, 2025 yılı içinde toplam 1.089 yangın yaşandı ve 1.823 hektarlık alan, yani 2 bin 600 futbol sahasına denk düşen bir doğa örtüsü kül oldu.
Ancak bu rakamların gerisinde yanan yalnızca ağaçlar değil. Her orman yangını, aslında bir ekosistemin kalbine saplanan bıçaktır. Kuşların, arıların, sincapların; ormanı evi bellemiş her canlının sığınağı küle dönerken, toprağın belleği yanmakta, yer altı su kaynakları tükenmektedir. Bu yangınlar, geleceğin nefesini boğmaktadır.
İnsan İhmali: Sessiz Bir Felaketin Başrolü
Yangınların neredeyse yarısının ihmal ve dikkatsizlikten kaynaklanması, insanın doğaya karşı hoyrat ve umursamaz tavrını gözler önüne seriyor. Bazen söndürülmeyen bir sigara izmariti, bazen de çöpleri yakma alışkanlığı binlerce dönüm ormanı yok edebiliyor. Aliağa’da bir şahsın izinsiz çöp yakması sonucu çıkan yangın, bunun çarpıcı bir örneği.
Edebiyatçı gözüyle bakıldığında, bu ihmalkârlık yalnızca bir suç değil, bir hafıza kaybıdır. Orman, bir milletin hafızasıdır. Çocukluğunuzda altında oynadığınız çam, dedelerinizin gölgesinde dinlendiği meşe, bir neslin kolektif hafızasını taşır. Onlar yandıkça sadece gölgeler değil, geçmiş de yanar.
Yangının Geniş Coğrafyası: İzmir’den Kahramanmaraş’a
İzmir’in Aliağa ve Bornova ilçelerinde üç ayrı yangın çıktı. Balıkesir, Antalya, Bursa, Sakarya, Tekirdağ, Kahramanmaraş gibi şehirlerde de benzer manzaralar yaşandı. Bazı yerlerde insanlar evlerinden tahliye edildi, bazı köylerde evler zarar gördü. Özellikle Bursa’da rüzgarın taşıdığı çam kozalakları yangının sıçramasını hızlandırdı.
Bu coğrafi yayılım, yalnızca bir yaz felaketini değil, iklim krizinin Türkiye'yi nasıl kıskaca aldığını da gösteriyor. Bakan Yumaklı’nın da dile getirdiği gibi, daha önce yangın görülmeyen bölgelerde bile artık yangınlar çıkıyor. Bu durum, doğayla insan arasındaki dengenin bozulduğunun açık işaretidir.
Yangınların Sessiz Kurbanları: Göç Ettirilen Hayatlar
İzmir Foça’da, yangın tehdidi nedeniyle 450 yurttaş tahliye edildi. Sıcaktan bunalmış, dumanla boğulmuş, evlerini arkada bırakmak zorunda kalan bu insanlar, aslında ekolojik felaketlerin toplumsal boyutunu da gözler önüne seriyor.
Her yangın sonrası, yalnızca ev değil, aidiyet de kaybolur. İnsan köklerinden koparılır, toprağına, kokusuna, geçmişine yabancılaşır. Göç, artık sadece savaşların değil, doğa felaketlerinin de kaçınılmaz bir sonucu hâline gelmiştir.
Bir Edebiyatçının Sorumluluğu
Bugün kalem tutan her bireyin görevi yalnızca anlatmak değil, uyarmaktır. Yangınların ardından yazılacak olan her satır, bir hatırlatma olmalıdır: Doğa bizim evimizdir. Ve bu evi yakan bizsek, onarmak da bize düşer.
Edebiyat, bu yangınlarda kül olan bir ağacın dallarında yuva yapan kuşun hikâyesini yazmalı; bir çocuğun tahliye edilen evinden gözyaşlarıyla ayrılışını anlatmalı. Ve bu anlatılar, yalnızca sayfada kalmamalı. Toplumsal bilince dönüşmelidir.
Sonuç Yerine: Yanan Orman Değil, Geleceğimiz
Bir ülke, ormanlarını kaybettiğinde yalnızca yeşili değil, geleceği kaybeder. Bugün ihmal edilen bir kıvılcım, yarının karanlığına dönüşür. Edebiyatın diliyle söylemek gerekirse: Bu yangınlar, doğanın haykırışıdır. Ve bu haykırışı duymamak, yarının sessizliğine zemin hazırlamaktır.

Yorum Yazın